ESERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

ESERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


   Olmaz böyle bir şey, demeyin! Oluyor işte! Latin Amerikalı yazar Paulo Coelho ‘’Simyacı’’ adıyla bir roman yazıyor. Roman brezilya’dan çıkıp dünyaya mal oluyor. Tam yirmi üç dile çevriliyor, kırk altı ülkede yayınlanıyor, on milyona yakın tiraj yapıyor.
   Ya Türkiye’de? Türkiye’de de bir yılda on üç baskı yapıyor. Eserde verilen mesaj nedir? Kadere rıza. Eserin ana fikri şöyledir:
   İnsanın gerçek saadete ulaşabilmesi için sebeplere yapışması ve çektiği sıkıntıları hayatın kendisi olarak kabul edip sabretmesi. Kısacası: ‘’ Sabreden derviş, muradına ermiş.’’ Bu mesaj bize hiç de yabancı gelmiyor. Zira mesaj İslâmî. Kadere rıza, sabır ve tevekkül bizim inancımızda var. İdealimize ulaşmak yolunda karşımıza çıkan engelleri aşmak için sebeplere yapışmak da öyle… Çünkü kaynak İslâmi. Paulo Coelho, hikâyesinin kaynağını kesinlikle İslâmî eserlerden almıştır. Ali Fuat Bilkan, Simyacı’da geçen olayların Mevlânâ Mesnevisi’nin altıncı cildinden alındığını, benzeri bir menkibenin de Burhan-ı Katı kitabında geçtiğini bildirmektedir. (Fatih Üniversitesi-Bilim,Sanat ve Edebiyat Dergisi, sayı:1 , s. 22) Bu iki menkıbeye bir de biz ilâve edelim:Takkeci  Mehmed Efendi menkıbesi: Takkecilikle geçinen Mehmet Efendi bir hazine rüyası üzerine Bağdat’a gider. Orada bir zat Mehmet Efendi’ye hazinenin İstanbul’daki kendi evinde olduğunu işaret eder. Bunun üzerine İstanbul’a dönen Mehmet Efendi  evinin bodrumundaki hazineyi bulur ve İstanbul’da ‘’Takkeci Mehmet Efendi Camii’’ni yaptırır.
   Simyacı’da ise merkezi figür Santiago, gördüğü rüya üzerine Mısır’a gider. Mısır’da hazine ararken bir kişi hazinenin İspanya’daki köyünde olduğunu işaret eder. Santiago memleketine dönerek hazineye kavuşur. Ancak! Evet, mesele bu kadar basit değil. Kendisi gibi halkının da yüzde doksanız Roma Katolik mezhebine mensup olan Brezilyalı yazar, bu İslâmî menkıbeyi Hristiyanlık propagandası yapan motiflerle donatıvermiştir.Yahudilere şirin görünmek için Tevrat’tan da alıntılar yapmıştır. Santiago’nun en son gittiği yer terk edilmiş bir kilisedir. Hazineyi kilisede bulur. Santiago’ya göre Müslüman tehlikeli ve istilacıdır.

BATI VE BİZ

   Milletimizin Orta Asya’da başlayan ve bugün dünyanın dörtbir tarafında devam eden serüveninde,dünya durdukça gelmiş ve gelecek sanatkârlar için paha biçilmez hazineler vardır. Biz bu hazinelere sahip çıkmaz, onları gün ışığına çıkarıp günün edebiyat ve estetik anlayışına göre işlemezsek, ‘’simyacı’’ örneğinde olduğu gibi, el oğlu bizim menkıbemizi alır, allar pullar, kendi bozuk inanç ve felsefesini de yükleyerek bize de, dünyaya da satar.Biz de mal bulmuş mağribi gibi ‘’yitik malımızı’’ hazin hazin okuyalım derken, Hristiyan misyonerlerin tuzağına düşeriz de haberimiz bile olmaz. Edebiyatta Batı’yı taklidi, kültürde Batı’ya yönelişi kırk yıldır düşünüyorum; hâlâ anlayabilmiş, makul bir sebep bulabilmiş değilim. Hele hele bize âit değerleri Batı’ya mal etme gafletini… Hakbuki Batı ilmi de, fenni de, edebiyatı da bizden almıştır. Dünya kütüphaneleri bu gerçeğin belgeleri ile doludur. Karanlık Ortaçağ’a güneş gibi doğan ve ufukları aydınlatan bizim medeniyetimizdir. Teknolojinin bugün geldiği merhalede bizim şanlı ceddimizin tefekkürü ve göz nuru vardır. Edebî eserlerde bulmak ve görmek istediğimiz kendi kahramanlarımız, kendi karakterlerimiz, kendi örf ve âdetlerimiz, inancımız, bayrak ve vatan sevgimiz, bizi biz yapan meziyetlerimizdir. ‘’Simyacı’’ gibi hurafelerle dolu bir kitabın ülkemizde baskı üstüne baskı yapmasının, geniş bir okuyucu kitlesi bulmasının açıklanabilir tek sebebi vardır: Hikâyenin özündeki bize has bir rayiha.
   Bu da gösteriyor ki, insanımız kendisini anlatan edebî eser bulsa bağrına basacak. Nitekim okunan ve baskı yapan bütün eserlere bakalım: bu özelliği kolaylıkla tespit edebiliriz. Hazin olan şudur ki, kendi edebiyatçılarımız bizi, Batı kültür dairesine çekmeye çalışırken, gençliğinde hippi olan Brezilyalı Katolik yazar Paulo Coelho’dan Mevlâna Mesnevi’sinden bir menkıbe okumak zorunda kalıyoruz. Hem de muharref ve çarpık. Ayrıca Brezilya edebiyâtı ancak yirminci yüzyılın başlarında kimliğini bulurken, bizim edebiyâtımızın en azından bin yılı aşan bir mâziye sahip olduğunu da hesaba katarak, edebi rotamızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Ne diyordu bir şarkı sözünde? /’’Başkası olma, kendin ol, / Gel bana sahici sahici,/ Yoksa anca gidersin…’’/

SEFA KOYUNCU  - 5 AĞUSTOS 1998