YAP İYİLİĞİ

HİKAYE I YAP İYİLİĞİ…

 

                Suudi Arabistan’da üç yıl işçi olarak çalışmış, izinli olarak yurda dönmüştü. İzini bitince tekrar dönecek ailesini de birlikte götürecekti. Pasaportlar hazırlandı, tüm hazırlıklar tamamlandı.

                Derken birgün eve bir dostu geldi. Hoşbeşten sonra ihtiyaç içinde olduğunu söyleyerek borç para istedi. Eh böyle durumlarda kim iyilik yapmak istemez ki. Hele güzel Anadolumuzda ihtiyaç içinde olana yardım etmek eskiden beri süregelen âdetlerden biriydi. Hatta bizde iyilik Allah rızası için yapılır, menfaat gözetilerek değil! Borç para isteyene ödünç verilir, herhangi bir yardım talebinde bulunana imdat edilir, ihtiyacı karşılanır. Fakat sen de benim şu işimi görüver denmez. İyilik başa kakılmaz. Yapılan bir iyilikten menfaat gözetilmez. Ödünç bir şey verilmişse sadece o alınır o kadar. İyilik gören kimse teşekkür edip, cân-ı gönülden bir “Allah râzı olsun” dedi mi yeter de artar bile. Allah-ü Teâlâ’nın rızası, ömrümüz boyunca kavuşmak istediğimiz tek şey.

                İyilik etmek, atasözlerimize konu olmuş ve denilmiş ki: İyilik et de denize at! Balık bilmezse Halık bilir. İşte necip milletimiz bu prensibe uyarak daima iyilikperver olmuştur. Acaba garb da böyle mi?

                Hıristiyanlığı nefislerinin keyfine göre evirip çevirip onda zerre kadar kudsiyet bırakmayan garblılar da birbirlerine iyilik yaparlar mı? Yaparlar, fakat mutlaka menfaat karşılığı. İşte şu söz onların el üstünde tuttuğu prensibi açıklar:

                “İnsanlara iyi davran, ihtiyaçlarını gör, zira birgün ona işin düşebilir.”

                Neyse bizim işçiye dönelim. Dostunun istediği parayı verdi hem de mark olarak, 1000 mark. Şehirde bankalarda bozdurur harcarsın dedi, İkramda bulundu ve kapıya kadar misafirini uğurladı.

                Resmi işlemlerini tamamlamış yola çıkmak üzere son hazırlıklarını da tamamlamış, bu arada eşe dosta veda ziyaretleri de başlamıştı. İşte bu ziyaretlerin ilkinden evine dönmüştü ki, kapıyı açmak üzere anahtarı alıp kilidi açmak için kapıya eğilince afalladı. Kilit kırılmış, kapı açılmışı. Hemen aklına siyah çanta geldi. “Ya çaldılarsa!” düşüncesiyle merdivenleri koşarak tırmandı. Baktı… Korktuğunu başına gelmişti. “Eyvah, mahvoldum!” diye söylenirken küçükler de yanına gelmiş, “Ne oldu baba?” diye soruyorlardı. Hanımı ise çoktan ağlamaya başlamıştı.

                Ne olacaktı şimdi. Üç yıldır alınteri ile kazanıp biriktirdiği paraların hepsi gitmişti. Gurbet illerde, üstelik vatanından uzakta çalışıp kazandığı paralar. Pasaportlar, evraklar, altın, mücevher, saat ve dövizler hepsi bu çantadaydı.

                İlk şok geçip kendine geldikten sonra ailecek kararlaştırdılar. “Hemen jandarmaya bildirelim.”

                Jandarmaya durumu ihbâr etmek üzere otomobille giderken, bir taraftan da düşünüyordu:

                “Kim yapabilir? Evet kim?”

                Nitekim karakol komutanı da hadiseyi inceden inceye dinledikten sonra aynı suali sordu: Kimden şüpheleniyorsun? Çantadaki dövizleri önceden gören olmuş muydu? Bu hırsız, mutlaka çanta muhteviyatını bilen birisi olmalı!

                Komutanın bu sualleri karşısında hemen gözlerinin önüne bin mark ödünç verdiği dostu geldi. Paraları çantadan çıkarıp verirken o görmüştü. “O, evet…” dedi yüksek sesle.

                Komutana şüphelendiği şansın adını söyledi. Üzgün bir vaziyette karakoldan ayrılıp evine döndü. Evde herkes üzüntü içindeydi. Babası, annesi, komşular… Vaziyeti öğrenen gelmişti:

                “Geçmiş olsun!”

                “Hayırlısı!” diyerek teselli veriyordu kendine. Allah büyüğünden esirgesin.

                Sabah erkenden karakolun yolunu tuttu. Komutan kendisini güler yüzle karşıladı. Ve muzaffer kumandanlara mahsus bir tavırla:

                “Müjde, bulduk paralarını” dedi.

                Komutanın bu sözü karşısında şaşaladı. Latife ediyor olmalı diye düşünürken, komutan raftan aldığı bir bohçayı masanın üzerine çeviriverdi. Marklar, dolarlar, pasapor, hepsi oradaydı.

                Ertesi gün gazetede hadise şöyle yer alıyordu:

                “Yurt dışından izinli olarak gelen işçi ödünç para verdiği kişi tarafından soyuldu. Şüphe üzerine yakalanan şahıs, para ödünç alırken dövizlerin yerini öğrendiğini ve akşam eve girerek para ve mücevherat dolu çantayı götürüp dağda toprağa gömdüğünü itiraf etti.

                Jandarma nezaretinde gömülen yerden çıkartılan 9515 mark, 4000 riyal, 102 dolar, 160 Suriye Lirası, 1 adet kol saati ve mücevherler sahibine iade edildi. “

                Yap iyiliği… dedik ama rast gele değil. Hesaplı, planlı ve yerliyerince. Zira iyilik yapan kötülük bulmamalı, iyiliğin karşılığı elbette iyilik olmalıdır.

 

SEFA KOYUNCU I 1987