TÜRKÇENİN KATLİNE KAHROLAN YAZAR

Sefa Koyuncu'nun ardından...I İRFAN ÖZFATURA 

Türkiye Gazetesi - 8 Ağustos 2015

 
          Vezinle kafiye asıl kuraldı, 
          Şiir eşkıyası bunları çaldı... 
          'Şiirin yerini düzyazı aldı; 
          Şiirden geriye, bize ne kaldı? 
          Gazetecilik mi?
          KARA SEVDA
 
          Bir süre gazetemizin Kültür Sanat sayfasını yöneten Sefa Koyuncu ağabeyimiz, Don Kişot Sendromu, Ermeni Soykırımı Komedyası, Irak'ta Kanlı Şafak, şiir kitabı Mavi gibi eserlere imza atmış ve Sanatta Muhafazakâr Yapılanma üzerine hayli emek sarf etmişti. İstanbul'a karşı büyük bir sevgisi olan Sefa Koyuncu bunu eserlerinde dile getirmişti. 
 
          Kırkıncı yıl ilavesi için yazı topluyoruz. Herkes tamam diyor da malzeme gelmiyor. Kime gitsem acelen ne diyor; daaa çok var Nisan'a.
          Sefa abiye de (Allahü teala gani gani rahmet eylesin) uğruyorum. Teybin yanında mı diyor. Evet abi. Gel şöyle çekilelim kuytuya. 
          Faik Ağabeyin ocağından birer çay alıyoruz, oturuyoruz basamaklara.
          Derin bir soluk alıyor, gözlerini kısıyor. Hey gidi diyor, kırk yıl oldu demek. Dün gibiydi daha... 1968... Osman Karabıyık hocanın talebesiydim o zamanlar. Enver Ağabeyi o tanıtmıştı bana. 1970 yılında Hakikat gazetesi çıktı. Bizi nasıl heyecanlandırdı anlatamam. Gazete deyip geçmeyin o gün bu gündür çok şey öğrendik, kendimize çekidüzen verdik. Memlekete zararımız dokunmadı en azından. İtidal sahibi olduk, yürüdük orta yolda. Türkiye Gazetesi gazetenin de ötesinde bir şeydi, hasreti çekilen dost gibi beklerdik âdeta.
 
          UYAN EY ANADOLU 
          Halbuki hepi topu üç yapraktı, siyah beyaz basılırdı. İstanbul'dan postayla yollanırdı. Ertesi gün ulaşırsa öp de başına koy. Bazen sağa sola takılır, unutulurdu soluk torbalarda. Bir bakarsın postacı bir kucak gazete getirmiş bırakmış kapıya. Buna rağmen müessirdi, dikkatle okunur, küpürleri saklanırdı defterler arasında.
          Enver Ağabey Anadolu'da çok seviliyordu. O mübarek de Anadolu'yu ve Anadolu insanını başka tutar. Sık sık bölgemize gelir, halimizi hatırımızı sorar. 
          Bir ara Konya'dan Isparta'ya geçeceklerini duydum, saatini bilmiyorum ama dayanamadım. Beyşehir kavşağına çıktım. Belli mi olur belki görür, dururlar...
          Bekle bekle hareket yok, bozkır sıcağını bilir misiniz adamı bayıltır inan. İçim geçmiş, dalmışım. Omzumda bir el. Döndüm  Aaaa Enver Abi!
          - Sen ne arıyorsun burada?
          Bir gölge altına oturduk, hiç değilse çay içecek kadar. Enver Abi merakla soruyor. Buranın nüfusu kaç? Yakınlarda hangi kasabalar var? Örfleri âdetleri nasıldır? Nelere kızar, nelerden hoşlanırlar?
          Kalkarken "çok çalışmamız lazım Safa Abi çoook" dediler, "Beyşehir, Seydişehir ve Bozkır sana emanet, yaylalara da ulaşmalıyız, vebalimiz var!"
 
          BÜTÜN ÜMİTLER SENDE 
          Dedikleri gibi de oldu mezralara kadar girdik kısa zamanda. Düşün sadece Seydişehir'in abonesi bini aştı.
          Seydişehir Temsilciliği yaparken benden Muhammed Kudsi Bozkıri adlı bir büyüğümüzün türbe fotoğraflarını istediler. Anadolu Velilerini anlatan bir ansiklopedi çıkaracak, okuyuculara dağıtacaklarmış. Aradım taradım Çavuş nahiyesinde buldum. Meğer Mevlana Halid Hazretlerinin halifesi imiş, haberimiz mi var?
          Şu işe bakın gazetemiz bizim değerlerimizi bize öğretti, mübarek yanı başımızdaymış oysa.
          Bu müessese Anadolu çocuklarına kucak açtı, mevki ve statü kazandırdı onlara.
          Edebiyata eskiden beri merakım vardı, gazetemize haberler, şiirler, makaleler gönderiyor, bir yandan da tahsilimi (Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) sürdürüyordum. Eğitim fakültesinden formasyon da aldım. Öğretmen olabilirdim ama gazetecilik bir aşktı. Sonunda nail oldum umduğuma.
          Tam beklediğim gibi.
 
          ÜNALBOLAT
          Gazetemizin yeni yeni geliştiği yıllarda "Bizim Sayfa"da Sefa Koyuncu'nun şiirleri çıkardı. Okuyucumuz onun adına aşinaydı. İmzasını görünce merakla okurlardı. Şahsen ben de onunla tanışmak isterdim, görünce hiç şaşırmadım. Tam beklediğim gibiydi, bir           Anadolu yiğidi vardı karşımda.
          Ağır, kâmil ve vakurdu, hatipti, bilgiliydi, çıksa kürsüleri doldurabilirdi. Yapmadı hep sessizce durdu kenarda.
          Müesseseden ayrıldı, ne bir kırgınlık ne dargınlık. Eskisi gibi abone buluyor, gazetemizi anlatıyordu dostlarına.  
 
          Üçüncü Yeni ekolü
          HALİL ÖNÜR
          Sefa Koyuncu hocamız, dilimizin edebiyatımızın akıbetinden endişelenir çareler düşünürdü kara kara. Nitekim o ve arkadaşları "üçüncü yeni" diye bir akım başlattılar. Devşirme edebiyata karşı açılan bayrak rüzgâr aldı, zemin buldu kısa zamanda. Üçüncü yeniciler şairlerden oluşan bir ekip, erkeği kadını, genci yaşlısı var aralarında.
          Onlara göre şiir kalıplı, kafiyeli, ölçülü olmalı. Vezinli olmayan yazı nesirdir zira.
          Ecdadımız da süslü nesirler, mensureler, secili nesirler yazmış ama bütün bu akıcı duygulu metinlere serbest şiir dememiş "şairane" tabirini yakıştırmış çok defa. 
          Üçüncü Yeniciler uydurukçadan hoşlanmazlar. Kaidelere ehemmiyet verirler, devrik cümleye de karşıdırlar. İdeolojik maksatlı tahripkârlığa mani olabilmeye çalışır, yazılarda imla ve mana ararlar.
          Edebiyatçılar bu çıkışı farklı değerlendirdiler, katılanlar da oldu, alınanlar da.
          Bakın Sefa Koyuncu hoca derdini nasıl dökmüş satırlara
           Şiirce
          Eskiden seci vardı,
          Okunurdu su gibi...
          Süslü nesir yazardı,
          Osmanlı'nın edibi!
          Şimdi yeni tarz var ki,
          Şâirâne adında...
          Şiir değil de belki,
          Şiirimsi tadında.
 
          Kelam ve kalem ehli
          NUMAN ÜNAL
          Sefa ağabey gönül ehliydi, kibardı zarifti nazikti, şefkatliydi. Yıllarca birlikte çalıştık, tek itirazını duymadım, tek şikâyetini almadım. Zor anlarda çözüm üretir, önümüzü açardı bir anda. Son derece cömertti. Mütevazi bütçesine rağmen misafirlerini sultanlar gibi ağırlar. Beyşehir gölüne nazır lokantalarda çok balığını yedik unutamam.
          Ben Sefa Ağabeyin siyasi tahlillerine güvenirdim, gün boyu sokaktaydı zira. Halkın nabzını iyi tutardı ayrıca.
          Onunla ilaveler çıkarırdık, yükün altına girer, hamallığı üstlenirdi âdeta.           Sayfaları şiirlerle menkıbelerle süsler, öyle ki kıyamazsın atmaya. Sosyal yanı çok güçlüydü, çabucak dost edinirdi, gördüğü itibara şaşardınız, istese mebus olabilirdi pekala. .
          Vefalıydı, hatırnazdı, arayıp sorar. Bir Müslümanda olması gereken hususiyetleri buluyordum onda.
          Hani bazıları adsız kahramandır, alkıştan hoşlanmaz, ne bıkar ne yorulur, dervişçe çalışırlar.
          Sefa ağabey onlardandı işte.
          Allahü teala rahmet eylesin, daima hatırlayacağız dualarımızda. 
 
          Seydişehir âşığı
           Ö. FARUK ÜNAL
          Sefa abi ile tanıştığımda Seydişehir Alüminyum tesislerinde çalışıyordu ama gönlü edebiyattan yana atıyor, şiirler yazıyordu.  Toprağını seven bir insandı,                    
          Seydişehir'in vilayet olması için çok çaba harcadı. Belki onlarca defa Ankara'ya gitti, gazete dergi çıkardı bu uğurda.  Sefa ağabeyin Konya'da hayli ağırlığı vardı. İtibarlıydı. İstanbul'a gelince de kaybolmadı. Babıali'nin eskileri arasında yer buldu kolayca.
 
          "DERİNLİĞİ BİTMEYEN BABA..."
          Babam...
          Keşke seni, senin yazdığın satırlar kadar güzel anlatabilseydim.
          Olmamış. Yine mum dibini aydınlatmamış...
          İman, ihlas, idealler ve hayaller! Sabır, metanet, şükür, azim, bitmeyen enerji ve 65 yaşına rağmen kendini geliştirme çabası. 
          Kalemin gücüne hep inandı ve son ana kadar yazdı.
          İyi bir haberci, iyi bir yazar ve daha da önemlisi asla ve nesle uygun şiirleriyle nadir bir şair.
          Türkçe'nin bozulmaması için âdeta çırpındı, 'Üçüncü Yeni' adını verdiği akımla bu alanda büyük bir mücadele başlattı.
          Düşüncelerini kimi zaman 'nükte' ve 'iğnelikle' dört satırda anlattı, bazen şiirleri ile ve köşe yazılarıyla.
          Ehl-i Sünnet itikadı üzerine yaşamaya çalıştı, satırlarında peygamber sevgisi ve vatan aşkı eksik olmadı.  
          Pes etmeyen bir dava adamıydı. Enver Abi'lerin sözü 'Pes etmek yok, mücadeleye devam' en önemli nasihatiydi.
          Tek dileği vardı 'son nefeste imanı kurtarmak'.
          Engin bir öğretmen, her an her konuyu istişare edebileceğiniz bir dost, bir arkadaştı.
          Elbette her baba gibi yufka yürekli, şefkatli, babacandı.
          Aslında onunla özdeşleşen ve onu anlatmak için anahtar olabilecek o kadar çok kelime var ki...
          Ve de ardı sıra sıralanabilecek sıra sıra cümleler. Baba kelimesinin ötesinde sınırsız bir derinlik...
          1970'li yıllarda kavuştuğu hakikatleri son nefesine kadar yaşamaya ve anlatmaya gayret etti.
          Her yazarda olduğu gibi kimi satırlar boşluğa yankı oldu, kimi satırlar çağrı buldu.
          O da her fâni gibi Allah'ın takdir ettiği ömrü yaşadı. 
          Söylediğin gibi babam; "Her şey Allah-ü teâlâdan... Biz kullar sebeplere yapışır, neticeyi Allah'dan bekleriz. Netice müsbet ise insanlık icabı seviniriz, menfi ise üzülür ancak asla isyan etmeyiz. Zira takdir en yüce makamdandır!"
          Allah senden razı olsun, inşallah sen de bizden razıydın. Gidişinle 'baba' kelimesinin ağırlığını bir kez daha hissettirdin.
          Ölüm, canın bedenden ayrılmasıyla değil, ruhların dualardan uzak kalmasıyla başlar. Dualarınızda babamı unutmayın.
          Vefâkâr dostları ve sevenlerine teşekkür ederiz.
          Selahaddin Koyuncu  (Oğlu)