ŞİİR ÜZERİNE

ŞİİR ÜZERİNE

 

                Şiir üzerine çok şey söylendi, söylenmekte. Kimi şiiri Kaf Dağı’na götürdü, Zühre Yıldızı’na çıkardı. Kimi de oldukça basite indirgedi. Kafiyesiz, vezinsiz, şekilsiz şiir olmaz; şiir “Manzum ve mukaffa sözdür” diyenler ve bu dediklerinde direnenler olduğu gibi, “Şiirin vezin, kafiye ve şekille alakası yok” diyenler ortaya çıktı. Bu görüşü benimseyenlere göre, nesir de şiir olabilirdi. Kuvvetli heyecanlarla, yoğun duygularla örülü düz yazılara da şiir denildi. Mensur şiir kavramı da bu anlayışın ürünüydü. Edgar Allan Poe, Baudelaire, Rimbaud mensur şiir tarzında eserler verince bizdeki mukallidler de sıcağı sıcağına bu yolu izledi. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Yakup Kadri bu türde eserler verdiler.

                Yakup Kadri’den bir mensur şiir örneği:

                “Yıllar yarlardan yarlar yıllardan vefasız,

                Kara baht kasırga gibi,

                Bu ne baş dördürücü iş?

                Geceler gündüzleri kovalıyor; cefalar, sefâları kolluyor.

                Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor.

                Tevekkül güç, isyan vahim; felek hiç rahmetmiyecek mi?

                Heyhat aziz dost on döndüren kara bahtın kasırgası…”

                Bir dönem “Âruz mu, hece mi?” tartışması yapıldı. Tartışma hece lehine sonuçlandı. Fakat Âruz’la yazmaya devam edenler de oldu. Serbest şiirin zirvelerinden Behçet Necatigil bile Âruzla bir şiir yazdı. Necatigil’in, âruzun “Feilâtün/Feilâtün/Feilâtün/Feilün” kalıbıyla yazdığı şiir “Hayıfnâme”  adını taşımaktadır. Bu ve benzeri örneklerden yola çıkarak, gün olup âruzun şiirimizde yeniden câzibe kazanabileceğini söylesek ne der siniz?

                Hece, Türk şiirinde hiçbir dönemde yerini terk etmedi. Bugün de dimdik ayaktadır. Güzel ve kalıcı şiir örnekleri vermeye devam etmektedir.

                Serbest şiir hangi noktada? Bunu tesbit etmek zor görünüyor. Kabul görmüş serbest şiirler, serbest yazıldıkları için mi, yoksa kısmen de olsa geleneksel şiir unsurları taşıdıkları için mi kabul gördüler? Bu tartışılması ve incelenmesi gereken önemli bir husus.

                Türk şiirinde konu bakımından bir kısırlık olduğundan, şiirin sosyal hayatı kucaklamadığından şikayet edenler vardı. Anlaşılmazlıktan, tasannua varan bir sanat özentisi olduğundan şikayet edenler vardı. Muamma ve lügaz türünü yersiz ve gereksiz bulanlar vardı. Bugün de vardır. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, Modern Türk Şiir’nde bu şikayet noktalarının herbiri nüksetmeye başladı.

                Bütün bu girift noktalara başkalarını da ekleyeceğiz. Ancak sırası geldikçe.

                “- İyi ya nereye varmak, ne demek istiyorsun? Biz bu yazıdan bir sonuç çıkaramadık” diyorsanız, yazı maksadına ulaşmış demektir. Zira bu yazı bir sonuca varmak için değil, konuya dikkatinizi çekmek için yazılmıştır. Kısaca “Türk Şiir Tarihinin Dünü ve Bugünü” konulu edebi bir tartışmanın girizgâhını yapmaya çalıştık. Siz de bu tartışmaya işritar edebilir, aykırı bulduğunuz noktaları yazabilirsiniz. Bize ulaşan her bilgi, belge ve görüşü değerlendirmek konunun anlaşılması bakımından faydalı olacaktır. Bin yıllık göz ağrımız şiirin kadim sanatına kavuşması için elbirliğine ihtiyaç var.

 

SEFA KOYUNCU I YENİ MERAM GAZETESİ – 2000