TOLSTOY SENDROMU

KÜLTÜR PENCEREMİZDEN I Tolstoy Sendromu

 

                Ünlü Rus roman ve hikayecisi Tolstoy’un “İtiraflarım” adlı eserini okurken, hayatı devamlı arayışlar, seyahatler ve bunalımlar içerisinde geçen bir insan portresi ile karşılaşıyorsunuz. İnsanı dehşete düşüren bir hayat serüveni. Metafizik ürpertiler uyandıran bir düşünce dünyası. Aklın sınırlarını zorlayan bir fikir jimnastiği. Yürüdükçe uzayan çıkmaz sokakta otoban arayan ve bu arayışı bir ömür boyu sürdüren çelik irade…

                Tolstoy, hayatın sırrını çözmeye, insanı anlamaya,, bir tek olan yaratıcıyı bulmaya çalışıyor. “Ben neyim?” diyerek kendini sorguluyor. Kaç kere intihar etmeye niyetlendiğini, acnak Allah’ın varlığına olan inancının, kendisini öldürmeye engel olduğunu ifade ediyor. İnsanlara Allah’ı arayarak yaşamayı tavsiye ediyor. Ancak bunları söylerken bile ruhunda esen fırtınalar dinmiş, düşünce ufku sükunet bulmuş değildir.

                Hayat; Tolstoy’a hiçbir zaman zevk ve huzur getirmedi. O hayatın boşluğuna inanıyordu. İnsan mutluluğunu bozan ideallerin zararlarını görerek, insanlara Allah’a inanmak dışında kurtuluşun bulunamayacağını anlatmaya çalıştı. İncil’e sonradan katılan çelişkileri görerek kabul etmedi. Ahlak ve doğruluk üzerine tavsiyelerde bulundu. Bütün bunları yaparken Kiliseyi de, İncil’in ruhuna ters düşmekle suçluyordu. Nihayet 1901’de “Diriliş” adıyla yazdığı eserinin bazı bölümlerinden dolayı “Tanrıyı inkar ediyor” suçlamasıyla aforoz edildi.

                Tolstoy düşünce bakımından Fransız Filozofu Jean Jacpues Rousseau’ya bağlı ve onun hayranıdır. O’nun gibi, insanların ahlakını bozan sanata düşmandı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete cephe almakla birlikte, hayatı ile düşüncesini bağdaştıramadı.

                İdealist ve mistik Tolstoy, gerçeği ele alışıyla çağının en büyük yazarlarından biridir. Usluba önem vermemiş ve romanı sanat eseri haline getirmekten kaçınmıştır. “Sanat için sanat” tezinin ısrarlı savunucularındandır. Rus toplumunu ve ruhunu büyük bir güçle yaşatmayı, tahlil etmeyi başarmıştır.

                Basit ve düzensiz bir hayat süren Tolstoy, soylu ve toprak zengini bir aileye mensuptu. Bir süre köylülerin, çiftçilerin hayatlarıyla ilgilendi. Orduya ve Kafkas Savaşı’na katıldı. Uzun süreli bir Avrupa seyahatine çıktı. Bu gezi sırasında sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı. Ölümü de adeta hayat dramını tamamlayan son perde gibidir: 82 yaşında iken bile hep yenilik ve değişiklik arayan bir çocuktan farksızdı. Evinin dar çevresinden kurtulmak gayesiyle yağışlı bir gecede evden kaçtı. Buda gibi diyar diyar dolaşmak niyetindeydi. Ancak yolda hastalandı ve 20 Kasım 1910’da Astapava istasyonunda öldü.

                İnan noktasında Hıristiyanlık; Musevilik ve İslâmiyeti; Buda ve Batı filozoflarını inceleyen; hafakan ölçüsünde kafa yoran, sık sık çıldırma ve intihar çizgisinde dolaşan Tolstoy'un sendromu günümüz materyalist aydınlarında etkisini sürdürmektedir. Önemli bir farkla ki onlar Tolstoy’un müthiş arayış iradesine katlanmaktan çok uzak ve kolaycıdırlar.

 

SEFA KOYUNCU I YENİ MERAM GAZETESİ – 2000